FİLM ÖNERİ / CEVHER ( THE SUBSTANCE )
Yönetmenliğini ve senaristliğini Coralie Fargeat' ın üstlendiği, gerilim filmidir. Eylül 2024' de gösterime giren filmin oyuncu kadrosunda, Margaret Qualley, Demi Moore ve Dennis Quaid gibi usta oyuncular yer aldı.
Film, yıllardır ekranlarda yıldızı parlayan Hollywood aktristi Elisabeth Sparkle' ın yaşadıklarını konu ediniyordu. Elisabeth yıllardır ekranların paralayan yüzü olmaktan dolayı mutluydu. Fakat bir sorun vardı, yaşlanıyordu... Yaş alması ile birlikte, tamda 50. yaş gününde, yapımcısının 'Yerine daha genç birini arıyoruz. ' sözleri kendi içersinde hissettiği kaygıları destekler nitelikteydi. Elisabeth içten içe yaşadığı kaygılarla ve durumun gidişatı ile ilgili ne yapacağını düşünürken, gizemli ve bir o kadar da korkutucu bir maceraya atıldı. Geçirdiği kaza sonucu getirildiği hastanede, karşılaştığı doktor ona, kendisinin daha iyi bir versiyonu ile yaşamasının mümkün olabileceği fikrini sundu. Yaşadığı yaş bunalımının tam ortasında gelen bu fikir, denemeye değer cazip bir teklif gibi geldi. Elisabeth bu gizemli yolculuğun ilk adımını attı ve kensine verilen kiti açmakla işe koyuldu. Açmış olduğu kutunun yönlendirmelerini uyguladığında ise kendi omurgasının yarılması ile kendisinin daha iyi versiyonu olan, Sue' yu yaratmış oldu. Artık yeni bir dönem başlamıştı ve Elisabeth bir hafta 50 yaşındaki hali ile yaşacayak ve bir sonraki haftayı yaşaması için Sue' ya bıracaktı. Filmde ısrarla söylenen şey ise, ikisinin de farklı olmadığı, bir olduğuydu. Zaman içerisinde gençlik ve olgunluğun birbirinden acı bir şekilde öğrendiği şey ise, kurallara uyulmadığı takdirde birbirinden, yani aslında kendisinden çaldığı şeyler olduğuydu.
Filmdeki gerek vahşi sahnelere, gerekse yakın çekim tekniklerinin kullanılmasına bakacak olursak, yönetmenin bir çok yönetmenden esinlenerek kendi tarzını ortaya koyduğu görülüyordu. İzleyen bir çok kişinin farklı yorumlamasına yatkın olan bu yapım, Cannes Film Festivali'nde ise en iyi senaryo ödülüne layık görüldü.
Ödül alan bu senaryoyu derinlemesine inceleyecek olursak, film ilk bakışta günümüz estetik algısının, toplumların yozlaşmasına sebep oluşunu konu ediniyor gibi gözükse de, kendi adıma verilmek istenen mesajlar, görünenden fazlasıydı diye düşünüyorum. Hatırladığımız üzere M.Ö 1600' de tabletlere konu olan Kral Gılgamış, yakın dostu Enkidu' nun ölümünden sonra, ölümsüzlüğü bulmak için yollara düşmüştü. Gılgamış' ın yaşadığı dönemde verdiği mücadele, asırlar önce yaşamış insanların da benzer sorunlarla meşgul olduğunu kanıtlar nitelikteydi. İnsanlığın yaşlanmaktan ve yaş almaktan kaçınmasının, vücudundaki deformasyonlara sebep olmasının yanında, bir sona yaklaşıldığı gerçeği olduğunu düşünüyorum. Bu gerçekten uzaklaşmak için de asırlardır süren şey, bu sona engel olabilme isteğiydi.
Günümüzde ise insanlar, ölümsüzlüğün bulunamayacağını ikna olmuş gibiydi. Fakat bu derdin boyut değiştirmiş güncel hali, güzellik algısı diye düşünüyorum. Özellikle toplumun totaliter rejimler ile yönetildiği dünyamızda tek bir güzellik algısı oluşmaya başladı. Filmde otorite figürü olarak yer alan yapımcı ise totaliter rejimin karaktere bürünmüş hali gibiydi. Karakterin görgüsüzce yediği yemek, tek bir adamdan çıkma kararları ise bu ihtimali destekler nitelikteydi.
Irvın Yalom' un kitabında geçen ' İkisi de başkalarının ne düşündüğünün eseri olmuşlar. Başka bir deyişle ikisi içinde mutluluk diğerlerinin ellerinde ya da kafalarında yatıyor.' cümlesi aslında tam olarak insanlığın oluşturduğu bu yeni algının tanımı niteliğindeydi. Filmde iki farklı yaşta yaşayan iki farklı insan gözükse de, aslında kişinin var olan öteki ile tanışma ve çatışma hallerini izliyorduk. Yalom cümlesine devam ederken çözüm önerisi de sunuyordu. ' İkisi için de çözüm aynı : insanın içinde ne kadar çok az şey varsa, başkalarından o kadar çok şey ister. ' Yazarın da önerdiği üzere, iç dünyamızı doldurduğumuz takdirde, algımız dış dünyadan ve başkalarının beğenisine sunulmaktan uzak olacak diye düşünüyorum. Kendi iç dünyamıza yaptığımız yatırımlar, içimizde var olan öteki ile kurduğumuz barış hali ise hayatta daha güvende var olmamıza yardımcı olacaktır.
Filmin bir başka değindiği önemli konu ise, insanın doyumsuzluğuydu. Geçirdiği kaza sonucu aslında hastanede sağlıklı olduğunu duyan kadının, tam da o sırada gelen daha sağlıklı olma teklifini değerlendirmesi, bunun en güzel örneğiydi. Senaryo, elimizde var olanla yetinmeyip, daha fazlasını istediğimizde başımıza neler gelebileceğini ise ilerleyen sahnelerde acı bir şekilde öğrenmemize olanak sağlıyordu. Yaş alan kadının normal zamanda yapmaktan rahatsız olacağı şeyleri yaparken o kadar da kötü olmadığını geç fark etmesi de, Spinoza' sın kullandığı o meşhur cümleyi anımsatıyordu. ' Rahatsızlık verici gündelik olayların sonsuzluk yönünden bakıldığında daha az rahatsız edici hâle geldiğini görebiliriz. '
Filmde çarpıcı olan sahnelerden biri de Elisabeth' in ayna karşısında çırılçıplak kendi ile yüzleştiği an diye düşünüyorum. Aslında karakteri oynayan Demi Moore' inde gerçek hayatta kapılabileceği endişelerin tüm çıplaklığı ile seyirci ile buluştuğu andı. Oyuncunun canlandırdığı karakter ile içinde yaşamış olduğu dünyayı değerlendirilecek olursak bu rolü taşımak gerçekten cesaret ister nitelikteydi.
Yazımı, filmi izlerken aklıma çokça gelen bir romandan alıntı ile sonlandırmak istiyorum. Filmde bahsedilen konu ve çıplaklık sahnelerini tam anlamıyla ifade ettiğini düşünüyorum.
'...birisini etkilemek ona ruhunu vermektir. Etki altında kalan kişi kendi doğal düşünceleriyle düşünmez ya da kendi doğal tutkularıyla yanmaz. Erdemleri onun için gerçek değildir. Günahları, günah diye bir şey varsa tabii, ödünç alınmıştır. Başkasının müziğinin yankısı, kendisi için yazılmamış bir rolün oyuncusu haline gelir. Yaşamının amacı, kişinin kendini geliştirmesidir. İnsanın doğasını kusursuz olarak gerçekleştirmesidir; her birimizin dünyada olmasının nedeni budur. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkuyorlar. Görevlerinin en yücesini, insanın kendi benliğine olan görevini unutmuşlar. Elbette hayırseverliklerine diyecek bir şey yok. Açları doyuruyorlar,dilencileri giydiriyorlar. Ama kendi ruhları aç ve çıplak...' -Oscar Wilde / Dorian Gray' ın Portresi
Filmi izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler, izlemiş olanlara ise geçmiş olsun diyorum. Sanatla kalın, iyi kalın...
Yorumlar
Yorum Gönder