AFİFE TİYATRO OYUNU ELEŞTİRİ YAZISI
Tiyatro sahnelerinde kadının yer alması konusunda ilk adım atanlar arasında yer alan, devamlılığı için ise tüm hayatını adayan oyuncu Afife Jale'nin yaşadıklarından esinlenerek, kurgulanan tiyatro oyunudur. Oyun, dönemin Ermeni asıllı oyuncuları tarafından kurulmuş tiyatro kumpanyasında yaşanan olaylar sonucunda, Afife'nin sanata doğuşunu anlatıyordu.
Oyunun yönetmenliğini Serdar BİLİŞ üstleniyordu. Proje tasarımda Serdar BİLİŞ' e, Demet EVGAR eşlik etti. Kadın oyuncular için bir ikon haline gelen Afife'yi unutmamak ve gelecek kuşaklara aktarmak için, yine bir kadın oyuncunun verdiği emek göz ardı edilmemeliydi. Kadın meselelerinde gerek sanatçı kimliği ile, gerekse bir insan olarak verdiği emeklerden dolayı öncelikle Demet EVGAR' a teşekkürlerimi iletmek isterim. Sonrasında oyun ekibinde bulunan her elin, sesin, nefesin tek tek övgüyü hak ettiğini düşünüyorum. Tiyatronun bir ekip işi olduğunun ve ekibin her üyesinin kendi yapmakta olduğu işi en iyi şekilde yapmak istemesinin, en güzel örmeklerinden biri Afife oyunuydu. Bu sebeple yetenekli oyuncuların yanı sıra, müzik, ses, dekor, ışık konusunda herkesin tek tek anılması gerekiyordu.
Sahnenin imkanları oldukça elverişli olsa da, bu imkanların kullanımında aksaklık yaşanmaması ve en iyi şekilde seyirciye aktarılması kolay bir iş olmasa gerek... Yönetmenin daha önceki işlerinde dijital ekran kullanımını izlemiş biri olarak, bu işte kullanılan dijital ekranların dozunda, etkili ve en iyi şekilde kullanıldığı kanısındayım. İzleyici dijital ekranlarda başrolün kendi içsel yolculuğuna şahit oluyordu. Bu dijital ekranlardaki görüntünün siyah-beyaz aktarılması ise kendi iç dünyamızda verdiğimiz savaşlara, çıkmazlara, yorgunluklara dair güzel bir aktarım diye düşünüyorum. Hayatın her zaman renkli, anıların bize her zaman gülümsemediğini, bazen içimizi sıkan, üzen yoran şeylerde olabildiğini hatırlatıyordu. Bununla birlikte siyah-beyaz ekran kullanımı sayesinde zaman kavramı da seyirciye kusursuz geçiyordu. Zamanın işlenişi ve bükülmesi anları genelde izleyicide kafa karışıklığına sebep olurken, tüm zamanların tek tek ayırt edilmesi hikayenin anlaşılabirliğine katkı sağlıyordu. Bir yandan da hikayenin ve işlenen karakterin zamansızlığını izleyiciye hatırlatıyordu.
Oyun bir Ermeni kumpanyasında geçtiği için, Ermeni karakterlerin Ermeni lehçesi ile konuşuyor olması bekleniyordu. Fakat oyuncular lehçe rolü yapmıyorlardı, adete lehçeyi, kültürü yaşıyorlardı. Bu sebeple lehçe konusunda öncesinde yapılan çalışmanın yoğunluğu ve bu konuya verilen emek seyirci tarafından anlaşılıyordu. Özellikle usta oyuncu Tilbe SARAN'ı tanımayan biri olsa Ermeni olduğuna ikna olurdu.
Bu kadar usta oyuncunun bir araya gelmesinden dolayı, oyunculuklar hakkında yorum yapmak haddimizi aştığımızı gösterir. Fakat belirtmek istediğim bir kaç isim var. Bu isimlerden biri Necip MEMİLİ. Kendisini sahneden ilk kez izleyen biri olarak, oyunculuğuna hayran kaldım diyebilirim. Aynı sahne içerisinde birbirinden zıt iki karakteri canlandırırken gerçekten iki ayrı insan oynuyor hissini seyirciye yaşatıyordu. Can verdiği her karakter oyunun tamamına ve oyuncu arkadaşlarına fazlasıyla destek oluyordu. Bir diğer isim ise Atılgan GÜMÜŞ. Canlandırdığı karakter olan Minyon Virjin, dönemin Druck Queen'iydi. Atılgan bey sahneye çıktığında, sahnede gerçek bir Druck Queen'e yer verildiğini düşündüm. Fakat oyun ilerledikçe karakteri, bir erkek oyuncunun canlandırdığını fark ettiğimde, oyunculuğuna hayran kaldım. Toplumsal cinsiyetçilikle ilgili bir çok sorun yaşanan ülkemizde bu rolü kabul etmekle kalmayıp, en güzel şekilde canlandıran oyuncu ayrı bir alkışı hak ediyordu.
Bahsettiğim isimlerin yanı sıra, İdil SİVRİTEPE, Bora AKKAŞ, Bedir BEDİR, Orkuncan İZAN, Ekremcan ARSLANDAĞ, Öykü Su OKUR, Bilge ÇINAR ve Basma SEİBA gibi isimlerden oluşan kadro, gerek oyuna katkıları gerekse oyunculukları ile defalarca izlemekten keyif alacağım isimler arasında yer aldı.
'Yasakla silinir mi gecenin aydınlığı?' diyen Afife'nin, oyun içerisinde söylediği şarkıların söz yazarı ise Sezen AKSU'ydu.
Yasakla silinir mi gecenin aydınlığı, yoksa gece de olsa aydınlığı yaşatmanın bir yolu var mıydı? Kadını, erkeği, cinsiyeti, yaşı, aydınlığı, karanlığı diye sınıflandırmalı mı dünyayı? Yoksa hayat ne getirirse getirsin, ne yaşatırsa yaşatsın ve ben her ne olursam olayım, yaşamaya varım mı demeliyiz? Yaşamaya ve yaşatmaya gönüllü herkese bu muhteşem yapımı tavsiye ediyorum. İzleyenlerle gönül selamımı paylaşıyorum, izleyecek olanlara şimdiden huzurlu acı dakikalar diliyorum. Huzur tartışılmaz herkesin ihtiyacı, fakat acıdan geçen huzur yaşamın ta kendisi. Sanatla kalın, iyi kalın...
Yorumlar
Yorum Gönder